Sinem Yazıcı / Radikal Gazetesi Kitap Eki / 1-8-2008

Taraflar arasındaki uçurumun büyümesine işaret eden ve yazar olan Gertrude karakteri, çocukluğundan gelen anıları, yaratma sürecinin sıkıntısı ve zihninde yarattığı karakterleriyle okuyucuyu başta anlaşılmaz ama sonlara doğru anlam kazanan bir oyunun içine çekiyor. Zıtlıklarla boğuşan ve 2’ye bölünen Gertrude’un bölünme süreci hem psikolojik ve sosyolojik yönden hem de yaratıcı kurgusuyla ilgi çekici bir hikâye ortaya koyuyor.

Seçimler hep ikilidir, önümüzdeki yollar hep ikiye ayrılır, her şey önce ikiye bölünür ve bizler de her seferinde bu bölünmüş parçaları bağlamaya, yapıştırmaya, birbirine uydurmaya çalışırız. Bu çabamız hep vardır, her zaman da devam eder. Birliği oluşturmak için yıkarız öncelikle, sevişmek için savaşırız. Önemli olanın kendi içimizde oluşturduğumuz bütünlük olduğuna inanmak isteriz çoğu zaman. Tamamlanmaya, gelişmeye çalışırız. Bazılarımız diğer yarımızı arar yıllarca, bazılarımız da kendi içinde ‘iki’yi bulmayı başarır.

Şule Öncü’nün yarattığı, ‘ikiye bölünen’ karakter Gertrude adıyla karşımıza çıkıyor. Gertrude 2’ye Nasıl Bölündü?, Öncü’nün ilk romanı. Yedi yılda bitirdiği bu kitabın kurgusunda, senaryo yazarlığının yanı sıra aldığı psikoloji ve psiko-drama eğitimlerinin etkisini görebiliyoruz. Manik depresif karakter Gertrude’la birlikte sorularla bulanmış bir yolculuk yaşıyoruz. On beş bölümden oluşan kitapta bu farklı bölümler arasında bağlantı kurmak, bir bilmeceyi çözmeyi gerektiriyor. Yazar, başkarakterinin yaşamını etkileyen olayları, bilinçaltında yatan kelimeleri, harfleri, cümleleri sayfalara dökerek ‘bilinç akışı’ tekniğini kullanıyor. Alışılagelmişin dışında kullanılan bu tarzın bir kısmını oluşturan diyaloglar, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan absürd tiyatro örneklerini andırıyor. İnsanlığın içine düştüğü saçmalıkların, boşuna verilen uğraşların, boşuna bekleyişlerin acısından kaynaklanan bir umutsuzluk havası içinde oluşan bu tiyatro çeşidi, Öncü’nün yarattığı diyaloglarla örtüşüyor. Yaşamın saçmalıklarının içinde, umutsuzluğun dehşetinde oluşmuş bu karakter Friedrich Dürrenmatt’ın yapıtlarındaki karakterlerin tutarsızlığını, dengesizliğini anımsatır nitelikte dile geliyor. Bu tiyatro çeşidinde olduğu gibi alışılagelmişin dışındaki diyalog ve söylemler okuyucuda merak uyandırıyor.

Kurgunun şifreleri

Romanda merak uyandıran bir diğer kısım ise kurguda oluşturulmuş şifreler sayesinde hikâyenin sürükleyici bir hal alması. Okuyucu, Gertrude karakteriyle birlikte düşünürken aynı zamanda onu anlamak adına farklı yollar arıyor ve bu özellik bizleri kitaba bağlıyor. Toplum tarafından sorunlu görülen kişileri ve onların çevresindekilerin yaşamlarını gözlemleyen Şule Öncü, aynı zamanda psikoloji biliminin işlevine de değiniyor. Bu açıdan bakıldığında roman, akıl hastalığı olan kişilere üstünkörü uygulanan psikolojik tedavi tekniklerini de eleştirir nitelikle öğeler taşıyor. Örneğin hepimiz için tanıdık bir yöntem olan ve ‘çocukluğuna inmek’ olarak kalıplaşmış klişe tedavi yöntemiyle dalga geçiliyor. Ana karakter Gertrude romanda tedavi sürecinden geçerken doktorlar arasında yaşanan diyaloglar, bu klişelerle dalga geçmesini temsil eder nitelikte. Doktorların soruları karşısında karakterin verdiği cevaplar sayesinde yazarın psikolojik tedavi yöntemleri hakkında düşüncelerini öğrenebiliyoruz.

Romanda göze çarpan bir diğer konuyu ise insanlığın ortaya çıkardığı kavram çatışmalarından kaynaklanan ikilemler oluşturuyor. Bu ikilemler başkarakterin zihninde yer ederek okuyucuya yansıtılıyor. Bu çatışmaların Gertrude’nin zihninde algılara dönüşmesi, hayatına yansıması ve davranışlarını oluşturması kitabın büyük bir unsuru olarak görülebilir. Bu tür çatışmalar, yazarın ikisellik ilkesine bağlı kalarak zıt kutupları ayırt etme ve bunları karakterinin zihninde yaşatma isteğini ortaya çıkarıyor. Bu sayede yazar, doğada ve toplumda süregelen her türlü zıtlık ve ayrım hakkında düşünmemizi sağlıyor. Kitap, insanların günümüzde iyiden ve kötüden, hukuktan ve hukuksuzluktan, barıştan ve savaştan, inançtan ve sorgudan, mantıktan ve aşktan, doğadan ve kültürden, ulustan ve bireyden oluşan kaygılarını bir kişilik içine hapsedip kendimizde de bu çatışmaları aramaya itiyor. Doğadaki karşıtlık, aynı zamanda birbirini tamamlayıcılık ilkesinden yola çıkarak bu karşıt kavramlar arasında bir ilişki kuruyor: insan.

Taraflar arasındaki uçurumun büyümesine işaret eden ve yazar olan Gertrude karakteri, çocukluğundan gelen anıları, yaratma sürecinin sıkıntısı ve zihninde yarattığı karakterleriyle okuyucuyu başta anlaşılmaz ama sonlara doğru anlam kazanan bir oyunun içine çekiyor. Zıtlıklarla boğuşan ve 2’ye bölünen Gertrude’un bölünme süreci hem psikolojik ve sosyolojik yönden hem de yaratıcı kurgusuyla ilgi çekici bir hikâye ortaya koyuyor.