Recep the Poltergeist

vcb

Recep the Poltergeist

Size İkinci Recep İvedik’le ilgili çok önemli bir gerçeği açıklayacağım. Bu sefer, tüyler ürpertici okült bir fenomenle karşı karşıyayız. Başka bir deyişle, işin içine doğaüstü güçler karışmış durumda. Siz siz olun, sakın bu gerçeği bilmeden filmi izlemeyin.

Önce, içime ilk şüphenin nasıl düştüğünü anlatayım: Biliyorsunuz; temiz olsun diye betonla örtülmüş megalo-topraklarımızdan, betonu kırıp fışkıran yabani bir sarmaşık, yoz bir dikendi Birinci Recep İvedik. Onu bu yüzden sevmiş idik. Sonra İkinci Recep geldi. Fakat bu seferki, öyle böyle değildi. Bu seferki graniti bile delmişti. Peki ama nasıl? İşte tam bu soruyu aklımdan geçirdiğim anda, bana da musallat oldu o ‘şey’. Çok fenayım. Ama yine de sırrı açıklayacağım. Yeterince sakin değilseniz, lütfen önce sakinleşin. Kalp hastaları ve gebeler okumayı derhal bıraksın.

İkinci Recep’in sırrı, içine kaçan ruhtur. Bu ruh, onu bütün benliğiyle ele geçirmiştir. Bu ruhun adı “Poltergeist”tır. (Okunuşu; poltergayzt’tır) Poltergeist’ın sözlük anlamı: Varlığını; gürültü yaparak, önüne gelen eşyayı ve nesneleri devirerek, kırıp dökerek belli eden haylaz ruh ya da hayalettir. Zeitgeist zamanın ruhudur, Poltergeist ise gürültü ruhudur. Bu iki geist, sanayi devrimiyle birlikte ruh ikizi olmuştur. Şişelere dolmuştur. Evet, İkinci Recep, gürültü ruhunun etkisi altındadır. Bu yüzden kendini kaybetmiş; gürültücü, devirgen, hoyrat mı hoyrat bir Recep’e dönüşmüştür. Ve yakında Poltergeist; İkinci Recep’i yani Poltergeist’ı tekrar tekrar seyreden herkese fazlasıyla nüfuz edecektir. Ne demek istediğimi, son sahnenin ruhlarda kara delik etkisi yaratan tekinsizliğini izlerken daha iyi anlayacaksınız. Hiç vakit kaybetmeden, her türlü önlem alınmalı.

Şimdi; sormamız gereken ilk soru nedir: Poltergeist, neden Recep’i seçti? Recep tarihine bir bakalım: Recep nasıl biriydi? Dürüsttü, delikanlıydı, duygusaldı, doğaldı, dobraydı, cesurdu, iyi kalpliydi, gençti, kuvvetliydi, taşı sıksa suyunu çıkarırdı. Çok kızanı, köpüreni de olsa komikti. Daha sonra ne oldu? Hala fişli sistemle eğitim yapılıyor olsaydı, ilkokul birinci sınıf miniklerinin ilk yazdığı şey “Recep şişeyi devir” olacaktı. Hakkında o kadar çok düşünüldü, o kadar çok yazıldı ki, o kadar olur. Her kafadan bir ses çıktı. Herkes herkese “Sen sus, Recep İvedik!” diye bağırdı. “Senin boyun Recep İvedik kadar” diye bağırdı. “Sen kaç Receplik adamsın ulan!” diye bağırdı. Çok fena gürültü oldu. Film defalarca izlendi gülündü izlendi gülündü. Yine gürültü oldu. Kahkaha kıyamet koptu. (Bilirsiniz, cinler ve kötü ruhlar, fazla kahkahanın olduğu yere, bala üşüşen sinekler gibi üşüşürler) Herkes ama herkes Recep’i konuştu. Ve tabii ki, 4.300.000, dört mil yon üç yüz bin, kişiyle hasılat rekoru. Koyalım üstüne korsanı, televizyon yayınlarını, etti mi en azından otuz kırk milyon. Şimdi siz; varlığını, gürültü yaparak, önüne gelen eşyayı ve nesneleri devirerek, kırıp dökerek belli eden haylaz ruh ya da hayalet olsaydınız, Recep’in içine kaçmayacaktınız da kimin içine kaçacaktınız? Yazık bu Recep’e. Hele o nine yok mu, o zoraki, o temsili nine; içimdeki boşluğu çıkarıp “ALLL DİYETİNİİİ” diyerekten şırrrak diye o ninenin suratına çarpacaktım ki, bunu Recep için yapacaktım ki, yapamadım. Neden? Poltergeist yüzünden. Poltergeist’in akıllara durgunluk veren sersemletici etkisi yüzünden. Recep miydi bu karşımda zıbam zıbam yürüyen, yürürken dağları deviren, yerli yersiz gürül gürül gürleyen; yoksa Poltergeist mıydı? Yoksa dört mil yon üç yüz bin miydi? Poltergeist, aslında bir dört mil yon üç yüz bin miydi?

Olmalı. Onu Recep’in içinden çıkartmanın bir yolu olmalı.

 

Şule Öncü
15 Şubat 2009

(Bu yazı Radikal gazetesinde yayınlanmıştır)