Giderayak

sdf

Giderayak

Bilincimiz bulanıktır bizim. Görüşümüz, ilişkilerimiz, kimliklerimiz, hafızamız bulanıktır. Kendimizle ne yapıp ne yapamayacağımızı tam bilemeyiz, dile getiremeyiz. Bir bakma ama görememe, bir varolma ama görülememe halidir taşralılık. Eksik, yarım ve şekilsiz kalmışlık; kıyıda köşede, arada kalmışlıktır.

Mekanlarımız öksüzdür. Bakımsızlığın, eğretiliğin hüznünü, kasvetini taşır. İçinde yaşayan göçebe ruhların bir türlü benimseyemediği mekanın ıssızlığı, tekinsizliği; çatlak duvarlardan, dökük sıvalardan, kırık camlardan sızar, yayılır. İş görsün yeterlerimiz, kim uğraşacak şimdilerimiz, benim üstüme vazife değillerimiz, yemek buldun ye, dayak buldun kaçlarımız… Aslında kaçacak bir yer olmadığını içten içe bilmenin utancıdır küskün yüzlerimize yansıyan.

İki kıtanın tam ortasında, metropolün göbeğinde bile olsa, taşra taşradır. Hüküm süren zamandan anlaşılır. Taşra zamanı, sonsuza dek uzayan, geniş, gepgeniş bir şimdiki zamandır. Taşrada zaman, başkaldırı zamanı değildir. Duvar diplerinde bekleşme zamanıdır. Ev içlerinin mahreminde ömür tüketme zamanıdır. İçerisi kapkaranlık da olsa, hep aynı kapıları aşındırma zamanıdır. Çünkü bekleyişin kasvetinden kaçmak istesek bile, hangi yöne gideceğimize karar veremeyiz. Karar vermeyi kimse öğretmemiştir bize. Akıl bir lüks, özgür irade ise bir soyutlamadır taşra insanı için. Aklı, inançla kuşatılmış, kopacağı yere dinle tutturulmuştur. Hayatın özüne dair derin bir sezgisi vardır. Ama kendi benliğinin farkına varacak, kendini ifade edecek dilden ve onu dinleyecek kulaktan mahrum bırakılmıştır. Dilsizliğin, ilgisizliğin, yok sayılmışlığın kırgınlığıdır bedeninden yansıyan. Ya kendine miras kalan sezgiyi düşürüp kırmış olmanın utancıdır içinde büyüyen, ya da mirastan pay alamamış olmanın öfkesi.

Bu yüzden hep bir harekete geçme, değişme hayaliyle yaşar taşra insanı. Büyüme, yol alma, dolu dolu yaşama arzusunun; boyun eğmeye ve kabullenmeye galip geldiği anlardır harekete geçiş anları. Hayatla yüzleşilen, değişimi başlatan, bu yüzden de hep korkuyla, heyecanla sarsılmış anlardır. Bağlardan kopma korkusudur, karmaşa korkusudur harekete geşiç anlarında bizi titreten. Gelecek belirsizdir. Hep derme çatma, hep kıyıda yaşamış olanlar bunu daha iyi bilir. Kayıp düşme ihtimali, belki de en güçlü ihtimaldir. Ama bir yandan da bu ihtimaldir aslında insana yaşadığını hissettiren. Oturup beklemenin sinsi ölümüne karşı, savrulmayı göze almak ve harekete geçmek; herşeye rağmen yüzünü hayattan yana dönmektir. Çünkü hayat aslında bütün canlılar için bir düştü düşecek olma halidir. Giderayak olma halidir. Harekete geçme anlarında, o eşsiz dönüşüm anlarında, renkleri parlaklaştıran, yaşamın büyüsünü hissettiren de bu belirsizlik, bu geçiciliktir.

Şakir Eczacıbaşı, fotoğraflarıyla yıllardır bu büyüyü resmeder. Bize taşralılığımızın hikayesini anlatır. Bir türlü yerleşemeyişimizin ve titrek dönüşüm anlarımızın kaydını tutar.

 

Şule Öncü
11 Ağustos 2009

 

(Bu yazı İz Dergisi Şakir Eczacıbaşı  fotoğraf portfolyosu için yazılmış ve yayınlanmıştır)

Fotoğraf: Şakir Eczacıbaşı