Seçim Yapmak

fdsafds

Yakınmak ya da yakınmamak…

Seçme özgürlüğün son noktası

“İnsan, karar veren varlıktır” der Viktor Frankl. İkinci Dünya Savaşı sırasında esir düşmüş ve Alman toplama kamplarında tutulmuştur. Kamptan aklını ve sağduyusunu kaybetmeden nasıl kurtulduğunu anlatırken, bir karar verdiğinden söz eder; orada yaşanan dehşete tüm dikkatiyle tanık olacak ve savaştan sonra geride kalanlara olup biteni anlatacaktır. Bilinçli bir tercihtir bu ve bir bakıma bu tercih sayesinde bedeni çektiği acıya dayanır, aklı salim kalır. Savaştan sonra kendine verdiği sözü tutar, esaret süreciyle, varoluş ve anlamla ilgili son derece etkili metinler yazar, anlam merkezli Logoterapi’yi geliştirir.

Frankl, etki ve tepki arasındaki kritik boşluğa dikkatimizi çeker. Onun söylemiyle; “Tepkimizi seçme gücümüz bu boşlukta yatar. Gelişimimiz ve özgürlüğümüz, bu gücü nasıl kullandığımıza bağlıdır. Belirlenmiş koşullarda alacağı tavrı seçme yeteneği, insan özgürlüğünün son noktasıdır. Her şeyimiz elimizden alınabilir ama tavrımızı seçme özgürlüğü alınamaz”

Frankl’ın yaşam hikayesini okuyunca, seçeneklerini tekrar gözden geçiriyor insan ve ister istemez soruyor kendine; yakındığım kadar tutsak mıyım?

Yakınmayla eylem arasındaki köprü olarak edebiyat

İnsan yazmaya yakınmak için, insanı insana şikayet etmek için başlar belki. Ancak yazarken girmesi muhtemel olan sezgisel damar, yazma eylemini, estetik ve aşkın bir akışa dönüştürebilir. Duygunun düşünceyle harmanlandığı, şikayetin ve yakınmanın yavaş yavaş anlam üretme sürecine dönüştüğü bir akıştır bu. Bölünmüş, un ufak olmuş parçalar, yazarken toplanır, birleşir, yeni bir form alır. İnsan yazarak ve okuyarak yeniden ve yeniden inşa eder kendini.

Edebiyat yalnız yapılan bir iştir. Hem okur hem de yazar için, öncelikle dış dünyadan yalıtımı gerektirir. Havadaki su buharının, soğuk camın yüzeyinde yoğuşup sıvılaşması gibi; yalıtımın soğuk duvarlarına çarpan yakınma, yoğuşur ve başka bir şeye, de ki bir direnişe dönüşür. Sorgulamayı, idrak etmeyi ve anlamlandırmayı da içeren transformatif bir direniştir bu. Eyleme, kendini ve dünyayı yaratma eylemine evrilecek bir direniş.

Bütün bunlara rağmen ve bütün bunlar yüzünden, günümüzde edebiyatı seçmek, hele ki yazar olarak, hiç de kolay bir tercih değil. Bir kabahat işlemiş ve cezaya kalmış gibi dönüp dolaşıp aynı şeyi yazma, yakınmayı direnişe ve eyleme dönüştürememe ihtimali de varken, bu tercih daha da zorlaşır.

Göze alınamayan risk faktörü olarak sanat

Herkes gibi yaşayıp giderken; durmayı, bakmayı, dinlemeyi, sorgulamayı, yaşayanları izlemeyi, yaşamı anlatmayı seçmektir sanat. Yaşamın dışına çıkmayı göze almaktır. Yabancılaşmanın toprağında yetişir sanatçı. Yeteneğin vergisi yalnızlık, uzaklık ve yabanlıkla ödenir çoğu zaman.

Sistem eril değerleri dayatır ve onaylarken; dişil olanı seçmektir sanat. Bilinçdışının korkutan belirsizliğinde gezinmek, karanlıkta/gölgede kalanı, duyguya ve imgeye dair olanı araştırmaktır.

Bütün bu zorlukların yanı sıra bize özgü bir engel de var sanatçının önünde.

Çoğunluğun sanata uzak, sanata yabancı ve hatta sanata düşman olduğu bir ülkede, kendini sanatla ifade etmek arzusundaki genç, sanat eğitimi almayı nasıl seçer? O gencin ebeveyni, evladına kolay kolay destek verebilir mi? Talebi olmayan bir arz için ömür tüketeceğini bile bile…

Sanatçı, ömrü pahasına var edecektir sanatı. Kıymalı mıdır kendine?

Kendini sanata adayacak kadar özgür müdür? Aşkın mıdır? Bencil midir ya da?

“Beni seçeceğini biliyordum!”

Seçim, psikodramada önemli bir olgudur. (Psikodrama; akla gelebilecek her türlü sorun, duygu, kavram, olgu, hastalık ve ilişkinin, somutlaştırma ve sahneleme yoluyla ele alındığı, eyleme dayalı bir grup terapisi yöntemidir)

Büyük bir psikodrama grubunda, tanımadığı onlarca kişinin içinden, annesini canlandırmak üzere, annesiyle aynı karakter özelliklerini taşıyan insanı görür ve seçer insan. Seçilen kişi de az sonra protagonist (baş oyuncu) tarafından seçileceğini hisseder. (Genellikle seçildiğinde bunu hissetmiş olduğunu hayretle ifade eder)

Psikodrama literatüründe “tele” olarak adlandırılan bu olgu, çift yönlü bir etkileşimdir. İki uçlu empati ya da karşılıklı spontanlık olarak da açıklanabilir. Şimdi ve burada varolan iki insan arasındaki duygusal-sezgisel iletişim sonucu yaşanan derin katmandaki karşılaşma, teledir. Analojik (dil dışı) etkileşimi algılama kapasitesi, telenin gücünü belirler.

Yaşamda telenin aktif oluşu, doğru kişileri seçmemizi ve onlarla sağlıklı etkileşime geçmemizi sağlar. Bu bakımdan psikodramanın çok sayıdaki iyileştirici faktörlerinden biri de, grup içinde sık sık seçim yapıyor ve seçiliyor olmamızdır. Çünkü seçim yapmak, teleyi harekete geçirir.

Ebeveynini seçen bebek!

Bazıları, bebeklerin doğmadan önce yeryüzündeki anne babalarını seçtiğine inanır. Bu inanışa göre embriyo öncesi varlık, özellikle o anne ve babayı seçmiştir çünkü onlardan alacağı dersler vardır: “Zalim, despot, uzak, soğuk, kayıtsız ya da ihtiyaçlarına duyarsız ebeveyni ceza olarak sen seçtin. Kimbilir daha önceki hayatında ne yanlışlar yaptın, ne suçlar işledin!”

Soruna getirilen açıklama, sorunun kendisinden daha büyük sorun teşkil eder. Sonuç; abidevi suçluluk duygusu…

Travmatik erken çocukluk yaşantıları yüzünden acı çeken ve bir türlü kendini gerçekleştiremeyen danışana ya da hastaya böyle bir inancı dayatmak; bataklığa saplanmış birine ağaç dalı uzatmak yerine, “düşün bakalım bataklıktan ne ders çıkartacaksın” demeye benziyor.

Yeryüzü yaşantısı baş döndürücü ve son derece yorucu bir deneyim. Aynı zamanda bir çok şey öğrendiğimiz, hata yaptığımız, hatalarımızdan ders aldığımız, yanlış seçimlerin bedelini ödediğimiz bir okul da. Ama ebeveyn-çocuk ilişkisine bu perspektiften bakamayız. Ebeveyn-çocuk ilişkisi, duygusal kaynak akışıyla belirlenen bir beslenme ilişkisidir. Sevgi, ilgi, şefkat ve merhamet, akarsuların dağın doruklarından eteklerine aktığı gibi büyükten küçüğe akar. Akmalıdır. Ruhsal yerçekimi kanunları bunu gerektirir. Eğer bu akışta bir tıkanma, kuruma ya da sel (sel de bir tür kuraklıktır aslında) söz konusuysa çocuk beslenemez. Aç kalır. Açlığın neden olduğu aşırı uyarım; kaygı, acı, yetersizlik, çaresizlik, suçluluk duyguları yaratır. Buna “çocuk dersini almaktadır” denebilir mi?

Anne adayı, baba adayını seçmiştir, ya da tersi. Bu ikisi, bir çocuk yapmayı seçmiş ya da bu seçime sürüklenmişlerdir. Gel gör ki ikisi de, kendi eksikliklerini giderme, yanlışlarını düzeltme, yeterince iyi ebeveyn olma, belki de her şeyden önce yetişkin olma sorumluluklarını üstlenmeyi seçmemişlerdir. Çocuk eğer ebeveyni aracılığıyla acı çekiyorsa, ebeveyn yeryüzü yaşamındaki ödevlerini yapmadığı içindir. Acı çeken çocuğun yetişkinliğinde yapması gereken; yaralarını sarıp yola devam etmek ve hem kendine hem de çocuklarına yeterince iyi ebeveyn olmayı öğrenmektir.

Seçimler üzerine…

Seçim, özgürlüğün bedenidir. Özgürlüğe gerçeklik kazandırır.

***

Seçmek, sorumluluk almaktır. Seçileni yaşama sorumluluğu ve seçilmeyen olasılıklardan vazgeçmenin sorumluluğu.

***

Aklımızla yapamadığımızı sandığımız bir seçimi, duygumuzla ve sezgimizle çoktan yapmışızdır bazen. Yıllarca kararsız kaldığımızı sanarak, seçimimizi yaşarız…

***

Sezgimiz kapalıysa ve anda yaşamıyorsak, seçmek kaygı yüklü bir eylemdir. Akıl, seçimin doğuracağı sonuçları hesaplar. Riskleri öngörür. Kar-zarar hesabı yapar. Ama aklın hesabı genellikle hayatın akışına ve duygusal ihtiyaçlarımıza uymaz.

***

“Sevmek ve çalışmak insani varoluşumuzun köşe taşlarıdır” der Freud. Kimi seveceğiz, neyle uğraşacağız; sağlığı ve mutluluğu temelde bu iki seçim belirler.

***

Sevmek bir seçim midir? Sevmeyi seçen, ne olur da sevmemeyi seçer?

***

Narsisist şıp-seçti’dir. Seçtiği, çıkarlarına hizmet etmiyorsa derhal başka bir seçime sıçrar. Bedenine yerleşemediği gibi, seçimine de yerleşmez, seçimini yaşamaz.

***

Narsisist, seçme kudretini elinde tutmayı sever ama aslında seçim yapmayı sevmez. Çünkü baskın güdüsü utanç ve suçluluktan kaçmaktır. Muhtemel kötü seçim, suçluluk duygusuyla akrabadır.

***

Her seçim, potansiyel pişmanlıktır. Potansiyel suçluluk duygusu. Suçluluk duygusu, özgürlük korkusu ve içsel tutsaklık yaratır.

***

Depresyondaki kişi, seçmediklerinin lanetinden korktuğu için seçim yapamayandır. Ensesindeki acımasız yargıç, olası kötü seçimin bedelini seçimi yapmadan önce ödetir.

***

Narsisistin kaçıp kurtulduğu (?) suç, depresifin payına düşer. Sonuçta suç da bir yere iniş yapmak zorunda.

Aynı bünyede narsisistten habersiz depresif, depresiften habersiz narsisist olduğu durumda, suç da ne yapacağını iyice şaşırsa gerek.

***

Sistemin hemen hemen bütün katmanlarda yarattığı sonsuz seçenek yanılsaması, bireye, seçmediği sürece bütün alternatiflerin sahibi olduğu duygusu vermekte. “Sen, dünyanın merkezisin ve her şey emrinde” Narsisist toplumun inşasına dev katkı.

***

İnternet üzerinden binlerce kadın ve erkeğe kolayca ulaşma ve flört etme imkanı varken bir kadını/erkeği seçmek ve ona bağlanmak… Onu düşünmek, onu düşlemek, onu arzulamak… Tıkış tıkış bir yaşamın içinde, aşık olmak için gereken hayal kurma boşluğunu yaratmak ve onu bir kişiye ayırmak…

Dijital paylaşım ağlarındaki sonsuz seçenek yanılsaması’na direnebilenlerden misiniz? Kendisi tutkunun katili olur.

***

Düşünce gücüyle iyileşme söylemi, tercih konusu olmayan bir şeyin tercih gibi algılanmasına neden olabiliyor. “Hastalığı seçtin, yanlış yaptın, şimdi iyileşmeyi seç!” Bu söylem, hastaların semptomlarının yanı sıra düşünce gücüyle iyileşemedikleri için yetersizlik ve başarısızlık duygusu yaşamasına da yol açabiliyor.

***

Ruhla bedenin bütünlüğünü yadsımak aymazlık olur. Ancak bu, bedensel hastalığı sizin seçtiğiniz ya da iyileşmeyi düşünce gücüyle başarabileceğiniz anlamına gelmeyebilir. Başına buyruk bir mide ve bağırsak gerçekliği de vardır çünkü.

***

Sağlık değil belki ama mutluluk; idrak, kabul ve tercih meselesidir.

Bebeklikten beri tutulan duygusal muhasebe defterleri ve alacakların ebeveynden veya ebeveyn ikamesinden tahsili konusundaki ısrar, farkında olmadan mutsuzluğu seçmemize neden olabilir.

***

Yeni bir seçim yapamamak, eski seçime yapılan yatırımı nasıl algıladığımıza da bağlı. 10 yıldır kötü giden ilişkiyi “çok emek verdim” diye sonlandıramamak;

yaşanan ana ve geleceğe değil, geçmişe gömülen batık bedel’e odaklanmaktır.

***

Shakespeare, meseleyi “olmak ya da olmamak” diye ortaya koyarken, en temel seçimi düşünmeye buyur eder bizi. Olmamak, bir sonraki seçeneğin olmadığı yerdir. Ölüm, bir seçim daha yapamayacağımız boyuta geçmektir.

***

En büyük kahraman, en zor seçimi yapmak zorunda kalandır.

***

İkide bir, “Asla vazgeçme!” diye bağırıyorlar. Mega satıcılar.

“Yaptığın seçime tutun! Seçimine yapış! Bırakma!”

Neden? Çünkü sistemin istikrara ihtiyacı var. Ve sen istikrar piyonusun!

***

Oysa ki vazgeçmek de bir seçimdir. İnsan yorulduğu için, sıkıldığı için, başka seçimler yapmak için, yeni bir kendilik versiyonu inşa etmek için, bazen de sebep görmez ve göstermeksizin vazgeçebilir.

Doygunluk, geçerli bir vazgeçme sebebidir. Pehlivan, yenilirken de güreşe doyabilir ve hatta güreşe doyduğu için yenilebilir. Vazgeçmek, başlı başına yenilgi değildir.

***

İnsan duygusunu cesaretle yaşamayı ve ondan özgürleşmeyi seçebilir, ya da duyguyla arasına kendine acımayı koyabilir. Kendine acımak, öfke ve keder gibi asal duyguları seyreltir, erteler, takside böler. Bir ömür boyu kendine acıyabilir insan. Ne israf…

***

Bütün cümleleri “hayır”la başlayan müzmin muhalif , seçim yaparken özgür müdür? Zıpladığında düşeceği yeri muhalefet ettiği özne mi belirler yoksa?

***

Sürekli isyanın ya da şikayetin içinde kalarak özgürce seçim yapılabilir mi?

***

Varoluş tavrımız hayata karşı mı, hayatın içinde mi? Reaktif mi, proaktif mi? Yakınıyor muyuz, davranıyor muyuz? Kurtarıcı mı bekliyoruz, sorumluluk mu alıyoruz?

***

Yakınmak, bizi başkalarının insiyatifine bağlı kılar. Daha da kötüsü, başkalarının insafına bırakır. Harekete geçmemizi engeller. İlişkilerde mağdur konumuna iter.

***

Hayat bir yanıyla sorun çözme süreci. Sorundan özgürleşmek, sorumluluk almak demek. Çünkü sorumluluk ve özgürlük aynı madalyonun iki yüzüdür. Sorumluluk, yakınmadan davranmaya geçişteki kaldıraçtır.

***

Viktor Frankl’ı insanın yaşayabileceği en kötü koşullarda ayakta tutan, insanlık adına aldığı sorumluluktur.

(Bu yazı Psikeart Dergisi’nin Tercih temalı 40. sayısında yayınlanmıştır) http://www.psikeart.com/psikeart